20 Aralık 2009 Pazar

Sağlık "sektörü" ile ilgili.

Çok hakim olmamakla birlikte sağlık hizmetlerinde yaşanan dönüşüm hakkında kendimce biraz ahkam kesme zorunluluğu hissediyordum uzun bir zamandır. Sağlık hizmetlerinin metalaşması ve artık sağlık sektörü adını alması, özel hastanelerin büyük teşvikler ile hızla yaygınlaşması ve bu hizmetin piyasalaştırılmasıyla "ne kadar para o kadar sağlık" düsturu ile işlemesi, sol düşün için kıyasıya eleştirilmesi gereken ve eleştirilen de bir olgudur. Fakat sınıfsal analizin tam olarak yapılabilmesi için, hizmetin tüketim kısmından ziyade üretim tarafında yaşananların da incelenmesi kapitalizmin temel mantığının kendi özel koşulları içinde farklılaşarak ama aynı zamanda da kendini tekrar ederek her alanda aynı dönüşümü gerçekleştirdiğini görmek ve bunun üzerinden bir dil kurmak sanırım doğru olacaktır.
Sağlık alanında yaşanan dönüşümün, ilaç ve eczacılık alt dalında bir süredir süregelen kavgalarını ve konuyla ilgili geleceğe yönelik bazı tahminleri düşündüğüm zaman hiç de yabancı olmadığımız fakat yabancılaştırıldığımız bir takım gelişmeler ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Son zamanlarda bu konuda o kadar çok, üst üste kararlar alnıyor ki takip etmek gerçekten çok zor. İlk başta doktorun bir SGK'lı hastaya yazacağı ilaç ile ilgili olarak eğer o ilacın etkin maddesi daha ucuz başka bir ilaçta var ise ikinci ilacın yan etkileri ne olursa olsun SGK'nın pahalı olan değil daha ucuz olan ilacın vaad ettiği oranını karşılayacağı ile ilgili bir karar alınmıştı. (Bu kararın akıbeti ne oldu tam olarak bilmiyorum) Daha sonra eczacıların stoklarındaki ilaçlar da dahil olmakla birlikte ilaç fiyatlarında indirime gidileceği hemen arkasından da SGK artık eczanelerle genel sözleşme değil bütün eczaneler ile tek tek sözleşme yapacağını duyurdu. İlaç fiyatlarının düşürülmesi (o da bazı kategorilerdeki ilaçlar) hizmetin tüketimi için olumlu bir gelişme olsa da üretim kısmında planlandığı söylenen dönüşüm doğrultusunda daha anlamlı oluyor.
Hiç yurt dışına çıkmadım dolayısıyla bilmiyorum, fakat özellikle Amerika'da ve bir çok Avrupa ülkesinde "drug store" isminde mağazalaşmış ve tekelleşmiş bir sistemin var olduğu söyleniyor. Merkezden yönetilen, süpermarketler gibi işleyen ilaç mağazaları. Ve bu sistemin Türkiye'de alt yapısının hazırlandığını hatta direk adres vererek BİM mağazalarının yavaş yavaş bu "drug store" lara dönüştürüleceğini söyleyenler var. Bunun doğru olduğunu varsayarsak ileride yaşanacakları kestirmek çok da zor olmasa gerek, çünkü önceden söylediğim gibi aslında biraz marjinalleşerek hep aynı şeyler yaşanıyor. Bugün ülkenin dört bir yanını demir ağlardan çok daha kısa zamanda "ördüğümüz" (biz kimsek artık? ) bir başka şey alışveriş merkezleri. Her ilde, ilçede ilginç isimleri ile birlikte "gelişmişliğin" yeni sembolü (bu gelişme kavramıyla ayrıca hesaplaşacağım fakat biraz daha okumam lazım) yürüyen merdivenleri, sinemaları, eğlence merkezleri ve mağazaları ile "AVM'ler türüyorlar. Çocukluğumuzda, gazetelerin hafta sonları dağıttığı eklerde iki resim arasında 7 farkı bulun diye oyunlar vardı benim iddiam ise bu AVM'leri hakir görmeyin ve her gittiğiniz şehirdekilerden birine mutlaka girin. İstanbul, Eskişehir. Ankara, Gaziantep fark etmez, koca koca AVM'lerin arasında değil yedi, beş fark bile bulamazsınız. Aynı mağazalar, aynı sinemalar, aynı eğlence merkezleri aynı süpermarketler. Zaten bu AVM'lerin işleyişi şu şekilde oluyor; büyük (büyütülmüş) inşaat şirketlerinden bir tanesi daha proje aşamasındayken, zincir haline gelmiş mağazaların merkez binalarına ellerinde proje ile toplantıya gidiyorlar ve yeni AVM için yer teklif ediliyor. Ve gidilecek mağazaların hepsi belli hatta bazı çok büyük markalar için uzun süre kira bile alınmadığını biliyorum. Sadece AVM'de olsun yeter. Sonra şehirdeki tüketim yapısı bir sürü kampanya ve alışveriş merkezinin ışıltılı ve herşeyi içinde barındıran yapısıyla dönüştürülüyor. Çok zengin olmadıkça bu AVM'lerin içinde yer alamayan yerel mağazalar ise teker teker kapanıyor. Yani ufak patronlar kendi üretim araçlarının mülkiyetini kaybediyor. "Drug store"lar bu şekilde yaygınlaştıkça eczacılar da aynı şeyi yaşayacaklar. Her konuda maliyetleri daha az olan ve arkasında büyük sermaye gücünü taşıyan "drug store"lar ile rekabet edemeyen eczaneler kapanacak, az bir kısmı kalacak. Peki üretim araçlarının mülkiyetini kaybeden eczacılara ne olacak? Tezgahtar olarak yörenin ucuz emek gücü kullanılacak olmasına rağmen diğer idari işler için mutlaka kanunen eczacı çalıştırma zorunluluğu olacaktır. Yani eskinin küçük sermayeleri perakendenin proleterleri olacaktır.
Peki bununla ilk defa mı karşılaşıyoruz?. Rekabet söylemi üzerinden beslenen kapitalizmin temelinde bu tekelleşme, merkezileşen sermaye dürtüsü var. 1930'lar, 1960'lar Türkiye'sinde mülksüzleştirilen ufak çiftçiler sanayileşmenin yükünü sırtında taşıyan proleterler haline çevirilmemiş miydi? 1990'larda yerlerinden zorla göç ettirilen kürt çiftçiler, büyük şehirlerde enformel çalışan işçilere dönüştürülmedi mi? Yani yine bir tekrar fakat kendi özel koşullarında farkılaşan bir tekrar yaşayacağız. Nedir bu özel koşullar. Proleterleştirilen eczacılar muhtemelen bir yerlere göç ettirilerek değil, yerlerinde istihdam edilecekler, ve "nitelikli iş gücü" olarak nitelendirilecek ve görece yüksek bir ücretle çalıştırılarak kendilerinin işçi olmadığı sanırısı yaratılacaktır.
Bu vesile ile seneler önce elveda proleterya diyenlere ayrıca selam ederim.

Hiç yorum yok: