21 Kasım 2007 Çarşamba

2 liralık hayatlar

Günlerdir 2 demir lirayı elimde çevirip duruyorum. 2 Türk lirası...

Bazılarınız yere düşse eğilip almazsınız. Para üstü olsa aldırmazsınız.

Harçlık diye, bahşiş diye, sadaka diye verilse surat asarsınız.

Hepi topu 2 lira....

* * *

6 Şubat gecesi Şanlıurfa'ya çok yağmur yağdı.

Ceylanpınar Tarım İşletmesi arazisi içinde bulunan Çırpı Deresi taştı;

üzerindeki stabilize geçişi tahrip etti.

O geçişten bir kamyon geçmeye çalışıyordu o gece...

Kamyonun kasasına 44 kişi binmişti. Çoğu kadın ve çocuktu.

Tarım İşletmeleri çiftliğine, koyun sağmaya gidiyorlardı.

Kamyonun şoförü yolun çöktüğünü fark etmedi; araç Çırpı Deresi'ne uçtu.

Kasadaki 44 kişi dereye döküldü; sürüklendiler.

Kamyonun kasasına tutunmayı başaran 33 kişi kurtarıldı.

Kurtarılanlar Ceylanpınar Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.

Sel sularına kapılan 2 işçi, Elma ve Hacer Kaya öldü.

Halil, Ahmet, Emine ve Anuç Ete kayboldu.

Zehra ve Hatun Kaya kayboldu.

Naile Çorak, Fatma Merç, Halfe Ayberk kayboldu.

Adları ilk kez haberlerde duyuldu.

* * *

Gece, arama kurtarma çalışmaları başladı.

Dalgıçlar sabaha kadar derede işçi aradılar.

Derenin Suriye tarafında da Suriyeliler çalıştı.

Sonuç alınamadı.

Kazayla ilgili olarak Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı.

Çiftlikte süt sağımı işini yaptıran müteahhit Celal Ulukaya gözaltına alındı.

Bu gözaltının nedeni, kurtulan işçiler konuşunca anlaşıldı.

Kazazedelerden Halil Ertuğrul 10 yıla yakın süre bu işi yapmıştı.

Çiftlikteki sağım işinden günde 2 lira kazanıyorlardı.

Ertuğrul, "Niye çalışıyorsun o zaman" sorusuna kısa bir yanıt verdi:

"Mecburum. İş yok."

* * *

Günde 2 liradan ayda 60 lira...

44 işçiyi Çırpı Deresi'ne sürükleyen,

11'ini yağmur sularından bir selde boğan ekmek kavgasının bedeli bu...

İşsizlik illetine düşmüş fukaraları "Hiç yoktan iyi" tesellisiyle kandıran müteahhitlerin

ucuz işgücüne biçtikleri değer...

2 demir lira...

Günlerdir elimde çevirip durduğum 2 metelik...

2 paralık hayatların can pahası..

Harçlık isteyen çocuklara bu yazıyla birlikte veriniz.

Hayat dersi niyetine...

Can Dündar


EK: 6 Şubat gecesi 2 lira için hayatını kaybeden insanların olduğu ülke de, 21 kasım gecesi milli takım futbolcuları 1 gece de 4 milyon dolar kazandılar.

20 Kasım 2007 Salı

13 Kasım 2007 Salı

Halil Cibran 5

ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir.
dikenine katlanmaktan söz edenler, aşıkmış gibi davrananlardır.
gerçek aşık olanlarsa, dikenini de sever.

Halil Cibran 4

Vahim olan, yolun yolcusuz olması değil, yolcunun yolsuz olmasıdır.

halil cibran 3

insanın hakikati sana gösterdiginde degil, gösteremedigindedir.
bundan ötürü onu tanımak istersen dediklerine degil, demediklerine kulak ver.

26 Ekim 2007 Cuma

Agora Meyhanesi

sana bu satırları
bir sonbahar gecesinin
felç olmuş köşesinden yazıyorum.
beş yüz mumluk ampüllerin karanlığında
saatlerdir, boş olan kadehlere
şarkılarını dolduruyorum.
tabağımdaki her zeytin tanesine
simsiyah bakışlarını koyuyorum.
ve, kaldırıp kadehimi
bu rezilcesine yaşamaların şerefine içiyorum...
burada yaşanır aşkların en madarası
ve en şahanesi.
burada saçların her teline bir galon içilir
gözlerin her rengine bir şarkı seçilir,
sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
bu sekiz köşeli meyhane seni bilir
burası agora meyhanesi
burası arzularını yitirmiş insanların dünyası
şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı
boşalan ellerimde kahreden bir hafiflik
bu akşam umutlarımı meze yapıp içiyorsam
elimde değil,
bu da bir nevi namuslu serserilik.
dışarıda hafiften bir yağmur var.
bu gece benim gecem
kadehlerde alaim-i semaların raks ettiği,
gönlümde bütün dertlerin hora teptiği gece bu
camlara vuran her damlada
seni hatırlıyorum
ve sana susuzluğumu...
birazdan plaklarda şarkılar susar,
kadehler boşalır,
umutlar tükenir,
mezeler biter
biraz sonra,
bir mavi ay doğar bu sarhoş şehrin üstünde
birazdan bu yağmur da diner.
sen bakma benim delice efkârlandığıma,
mendilimdeki kızıl lekeye de boşver
yarın gelir çamaşırcı kadın
her şeyden habersiz onu da yıkar,
sen mes'ut ol yeter ki,
ben olmasam ne çıkar.
dedim ya
burası agora meyhanesi
bir tek iyiliğin bütün kötülüklere
meydan okuduğu yer
burası agora meyhanesi
burası kan tüküren mes'ut insanların dünyası

Onur ŞENLİ

Pir Sultan Abdal

kadılar müftüler fetva yazarsa
işte kemend, işte boynum asarsa
işte hançer, işte kellem keserse
dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

AMERİKA KATİL ! Aşık Mahzuni Şerif

Güzel insanın güzel dizeleri

tabuttaki ölü gibi ölemem
derdim çoktur onun için gülemem
ben insanın değerini bölemem
doğu batı, gavur müslüm bir bana

Aşık Mahzuni ŞERİF

ABBAS

haydi abbas, vakit tamam;
akşam diyordun işte oldu akşam.
kur bakalım cilingir soframızı;
dinsin artık bu kalp agrısı.
şu agacın golgesinde olsun;
tam kenarında havuzun.
aya haber sal cıksın bu gece;
görünsün şöyle gönlümce.
bas kırbacı sihirli seccadeye,
göster hükmettigini mesafeye
ve zamana.
katıp tozu dumana,
var git,
böyle ferman etti cahit,
al getir ilk sevgiliyi beşiktaş'tan;
ya$amak istiyorum gencligimi ba$tan.

Cahit Sıtkı TARANCI

20 Ekim 2007 Cumartesi

6 Ekim 2007 Cumartesi

Fight Club'tan

"losing all your hopes is freedom"

You are not your job
You are not how much you have in the bank
You are not the car you drive
You are not the contents of your wallet
You are not your khakis
You are not a beautiful and unique snowflake
The things you own, end up owning you
Self-improvement is masturbation
Self-destruction might be the answer.

3 Ekim 2007 Çarşamba

İçmek

"içmek,ertesi gün hayata dönülebilen ve sık sık tekrarlanabilen bir intihar biçimi"
Charles BUKOWSKİ

13 Eylül 2007 Perşembe

Komünist Manifesto

Hep Sevdim Bu Şiiri

Tahir İle Zühre Meselesi
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nazım HİKMET

10 Eylül 2007 Pazartesi

Dance Monkeys Dance

Kafası güzel olmak ya da o ruh halinde yaşamak.

ne içindeyim zamanın,
ne de büsbütün dışında;
yekpare, geniş bir anın
parçalanmaz akışında.

bir garip rüya rengiyle
uyuşmuş gibi her şekil,
rüzgarda uçan tüy bile
benim kadar hafif değil.

başım sükutu öğüten
uçsuz bucaksız değirmen;
içim muradına ermiş
abasız, postsuz bir derviş.

kökü bende bir sarmaşık
olmuş dünya sezmekteyim,
mavi, masmavi bir ışık
ortasında yüzmekteyim.
Ahmet Hamdi TANPINAR

7 Eylül 2007 Cuma

Bunu da güzel söylemiş aynı insan.

Seslenirsin,’arkadaşım, yoldaşım’ ben de sana seslenirim, ‘yoldaşım, arkadaşım’-çünkü cehennemimi görmeni istemem. alevler görüşünü yakacak, duman burnuna dolacaktı. senin gelmeni istemeyecek kadar çok severim cehennemimi.bırak, cehennemimle başbaşa kalayım.
Halil CİBRAN

Demiş ki bilen bir insan.

Sen duyduklarına inanıyorsun. söylenmeyene inan, çünkü insanın sessizliği, sözcüklerinden daha yakındır gerçeğe.
Halil CİBRAN.

5 Eylül 2007 Çarşamba

The good ones.

'biliyorum, çogunuz iyi insanlarsiniz. bu yüzden hep kötüler kazaniyor zaten. birçok kötü, hatta alçak tanidim. çogu neseli insanlardi. hiçbirinde çekingen bir ruh haline rastlamadim. kötüler atak, iyiler pisiriktir. etrafiniza bakin, en heyecan verici, en eglenceli insanlar hep sahtekârlardir. hepsi paldir küldür konusan, agiz dolusu gülen insanlardir. çünkü sahtekâr, sempatik olmak zorundadir. iyinin böyle bir mecburiyeti yoktur. iyi; sıkıcıdır...'
Yılmaz ERDOĞAN

28 Ağustos 2007 Salı

Fuat Ercan'ın İstanbul İşçi Kurultayı'nda yaptığı konuşma...

Kapitalizm ve kriz

Merhaba arkadaşlar,
“Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!” sloganı atılan bir toplantıda bulunduğum için gerçekten mutluyum, ancak burada bulunmam bir arkadaşın hastalığı dolayısıyla oldu. Ahmet Haşim Köse arkadaşımız Ankara’dan katılacaktı, fakat rahatsızlığından dolayı gelemedi. Biz akademisyenlerin hastalığıdır; bir sunum yapmadan önce mutlaka önden hazırlanırız. Ben çok geç öğrendiğim için bundan yoksun kaldım. O yüzden yapacağım konuşma sesli bir kendini ifade etme olacak.

Sunuşa ilişkin olarak, acaba kriz ve kapitalizm kavramları üzerinden giderek bir şeyler anlayabilir miyiz diye düşündüm ve kriz kavramını araştırdım. Bu kavramın iki tarihsel kökeni var. Kriz, birinci olarak, ölümle kalım anındaki karar durumunu ifade ediyor. Önce eski Yunan döneminde kullanılmış; ölümle kalım acaba bu dünyada mı olacak yoksa öbür dünyaya mı gidilecek gibi bir karar anını anlatıyor. İkinci anlamı ise, tam o karar anında kritik, yani eleştiri... Krizin kökenine bir eleştiri yapılıyor. Kriz bu anlamda, iki kavramı birarada düşündüğümüzde, ölüm kalım anı, yani artık öteki dünyaya gitme ile bu dünyada kalma anında eleştiri, kritikten geliyor. Yani varolanı, derinde olanı eleştirmek...

İkinci kavramımız ise kapitalizm. Kapitalizmi, tam kelime kelime hatırlayamıyorum ama, belki de en güzel anlatan ifade Karl Marks’a ait. Karl Marks şöyle der; “kapitalizm tıpkı drakula gibi sürekli olarak canlı emeği, insanın emeğini emerek varolan bir varoluş”. Komünist Manifesto’da ifade edilen sınıflar mücadelesi de bunun üzerine kurulur. Yani drakula, yani sermaye sürekli insanların emeğini, kanını emerek büyüyüp gelişirken, diğer tarafta kanını emdiği, emerek metalaştırdığı emekle sürekli bir çelişki halindedir. O yüzden kapitalizm konusunda düşünürken, sürekli olarak sermayenin sermaye olarak varolması için, yani Koç’un Koç, Sabancı’nın Sabancı olarak varolabilmesi için canlı emeğe ihtiyaç olduğunu gözönünde bulundurmalıyız.

Kölelik düzeninden daha kötü bir düzen


Dolayısıyla üçüncü kavramamız emektir. Emeğin de tarihsel olarak kavramsal kökenine baktığımızda, yine eski Yunanca’da, doğum anındaki sancı, acı çekme, yalpalama anlamına gelir. Gerçekten de insanlık tarihinde, sadece kapitalizmde değil, feodal dönemde, daha önceki dönemlerde toplumsal zenginlikleri üreten kesimlerin çalışmada varoluşları her zaman sancılı olmuştur. Kendim de tersanelerde çalıştım. Çalışmanın ne kadar acılı olduğunu biliyorum. Fakat bugünlerde şu ifadeye, krizle kapitalizm arasındaki çelişkiye çok iyi bakmak lazım. Çünkü farkına varmadan ya da ideolojik baskı karşısında bizler, kriz derken, 1970’ler Amerikası’nın krizini, 1929 krizini anlıyoruz. Kriz derken 2001 Şubat krizini anlıyoruz. Oysa insanlık tarihinde, belki de Marks’ın, Engels’in hatta Lenin’in ifade ettiği en önemli kriz “insanlık krizi” diyebileceğimiz bir krizdir. İnsanın kendi gücünü bir ücret karşılığı satmasıdır. Bu, kölelik düzeninden daha kötü bir düzendir.


Marks’ın 1944 El Yazmaları’nda önemli bir ifade vardır. Kapitalistler için insan beygirler gibi çalıştığı sürece insandır. Çalışmayan insanlar da, bugünlerde işsizlik dediğimiz, iş kazalarında artık işe yaramayan insanların durumunu ifade ediyor. Bu çerçevede belki de şu ifadeye anlamlı bir vurgu yapmamız lazım. Kapitalizm kapitalizm olarak geliştiği her an krizle yüzleşir, her an krize gelişir. Kendisini varetme ile öteki dünyaya gitme, yok olmayla varolma halindedir. Fakat kriz sonrasında kapitalizm ortadan kalkamıyorsa, çok daha güçlenerek geliyor. Çok daha büyük bir güç kazanıyorlar.


Bunun en büyük kanıtı rakamlar. Elimize son günlerde ulaşan bir rapor var. Gazetelerde, radyolarda konuşmalarda kullanılan veriler var. Veriler şöyle: 2001 krizinden sonra devamlı “öldük, bittik” dediler. Sermaye arası kavga başladı ama 2001 krizi sonrasında 5-6 yıllık süre içinde Türkiye’de konuşulan kavramlara bakalım: “Türkiye büyüdü”. Son zamanlarda kullanılan ikinci kavram; Türkiye’de “verimlilik arttı”. Türkiye’ye yabancı sermaye çok hızla gelmeye başladı. 80 yılda gelen sermayeden daha fazlası son 6 yılda gelmeye başladı. Çünkü verimlilik arttı!
Acaba sermayenin gelmesiyle verimlilik arasındaki ilişki, güç nedir? Yine aynı verilere bakalım: Türkiye’de ihracat arttı! Birileri seviniyor, Türkiye’de ihracat arttı diye. Ama arkadaşlar, Türkiye’de verimliliğin, büyümenin, ihracatın arttığı bir dönemde şunlar da yaşandı. Evrensel gazetesinde bir işçinin mektubunda dediği gibi, “8 saat çalışıyorum, ama 16 saatlik yorgunluğum var.” Uluslararası Çalışma Örgütü’nün son 5 yıllık çalışmalarında şunu görüyoruz; meslek hastalıkları arttı. Çünkü Türkiye’deki koca koca büyük sermayeler koca koca büyük sermaye olarak varolabilmek için, Marks’ın söylediği gibi, daha fazla canlı emeğe ihtiyaç duyuyor. Ve son günlerde TÜSİAD ve TİSK’te iki kampa ayrılma süreci başladı. Onlara daha değişik bir eğitim verelim, çünkü rekabet var, vb. söylemler kullanılıyor...


Buradan birkaç sonuç çıkartabiliriz. Türkiye’de hem işçi sınıfının gücü artıyor, ama hem de arttığı ölçüde karşı cephedeki sermaye sınıfının gücü artıyor. Muazzam bir güce erişiyor Koç grubu, Doğan grubu, Sabancı grubu... Bu anlamda Türkiye’de gerçekten 1950’lerde, ‘60’larda, ‘70’lerde anti-emperyalizm üzerine kurulan dilin artık doğrudan anti-kapitalist bir dile çevrilmesi gerekiyor. Çünkü artık anti-emperyalist mücadelenin hedefi olan dışardan gelen sermayelerden çok daha fazla Türkiye’deki sermaye gruplarının gücü ve etkinliği vardır. Ama tam da daha fazla etkin olduğu dönemde sermaye, kendisini varedebilmek için, daha fazla kana/emeğe ihtiyaç duyar, karşısındaki işçi sınıfını büyütür. Sermaye ne kadar büyürse, işçi sınıfı da o kadar büyür. Yeter ki işçi sınıfı kendi varoluşunun, kendi biliminin, kendi politikasının yönünü, araçlarını bulabilsin.


Çünkü arkadaşlar, sermaye birikimi arttıkça, yani sermaye kesimi büyüdükçe sadece meta üretmez, sadece mal üretmez, fabrikalarda üretimi daha da yoğunlaştırmak için zihinsel yapıları da yeniden üretmek zorundadır. 1917’lerdeki ya da 1800’lerdeki mücadele, kapitalist toplumda işçileşmeyle ilk defa yüzleşen insanların mücadelesidir. Ama şimdi artık işçi sınıfının kendisini metaya çeviren sermayeye karşı mücadelesi, sermaye kendisini büyütmekte çok daha fazla yol aldığı için, çok daha çelişkili, çok daha zor ama çok daha kolay bir aşamadan geçiyor. “Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok” ifadesi 1800’lerde bugünkü kadar anlamlı değildi belki de, işçi sınıfının sayısına, gücüne, oranına baktığımızda...

Önceki arkadaşın da tebliğde ifade ettiği gibi, dünyanın dört bir yanında işçi sınıfı sayısal olarak bir artış içindedir. Yeter ki işçi sınıfı bu sayısal artışına rağmen sermaye karşısında her geçen gün güç kaybediyor olmasına bir dur diyebilsin, “biz varız, biz buradayız ve kanımızı emdirmeyeceğiz” diyebilsin! Bana göre, emek gücünün bir meta olarak satılmasına karşı çıkacağız denildiği anda, yani “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!” şiarı yükseltildiği anda, bir şeyler başlamış demektir.

Teşekkürler...

Bombing For Peace

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Eternal Sunshine Love Theme

Caddebostan sahili


Bazı günler vardır yorgunluktan pestil çıkar ama o gün bitmese de 3 gün daha sürse kabulündür.

24 Ağustos 2007 Cuma