8 Haziran 2010 Salı

masal

her masalın sonunda gökten üç elma düşermiş, herkes ilk ikisini yer, üçüncü nerede kimse bilmezmiş.
ve masallar mutlu biter diye düşünülürmüş.
halbuki masallar mutlu veya mutsuz bitmez, sadece biterlermiş.

16 Mayıs 2010 Pazar

riener maria rilke

birbirlerine yüzlerce yeni ad
vereceklerdir ve hepsini yeniden
alacaklardır birbirlerinden, yavaşça,
küpe çıkarır gibi.

27 Nisan 2010 Salı

bertrand russel

dünyanın en büyük problemi, akılsız ve fanatik kişilerin kendilerinden son derece emin olması, buna karşılık zeki insanların sürekli şüpheler içinde olmasıdır.

23 Nisan 2010 Cuma

steven weinberg

din olsun ya da olmasın, iyi insanlar iyi şeyler, kötü insanlar kötü şeyler yapacaktır ama iyi insanlara kötü şeyler yaptırmak için dine ihtiyacınız var.

22 Nisan 2010 Perşembe

Bertol Brecht

Bu adadan her ayrıldığımda geminin bir fırtınada batacağından korkarım. Ama hakikatte korktuğum şey, deniz değil, gerektiğinde beni sudan çekip çıkartacak olan kişilerdir.

Mutluluk var mı?

toplumlar soyut olan bir çok şeyi tarihsel koşullara bağlı olarak sürekli tanımlayarak somutlaştırırlar. mesela dinlerin ortaya çıkışı da böyledir. soyut ama varlığına ihtiyaç duyulan bir tanım bir çok farklı şekilde tarih boyunca karşımıza çıkmıştır. hatta bu tanımlar genelde iktidar tarafından erklerinin korunması amacıyla kullanılmıştır.
işte bunun gibi bir çok nedenden dolayı mutluluk kavram olarak dinleri çağrıştırıyor bana. yani aslında olmayan fakat olmasına ihtiyaç duyduğumuz soyut kavramları sanki kesin (somut) bir karşılığı varmışçasına tanımlayarak yine kendimizi kandırıyor olabiliriz.ayrıca somutlaştırılan bu tanımlar yine iktidar tarafından erkin korunması amacıyla kullanılabilmekte.
hatta acaba diyorum nazım hikmet'in, abidin dino'ya sorduğu rivayet edilen "sen mutluluğun resmini yapabilir misin? abidin" sorusu, bir meydan okuyuştan öte var olmayan birşeyin resmi de olmaz, yapılamaz demenin bir yolu muydu?

14 Mart 2010 Pazar

ben sevince hayatta hiçbir şey değişmiyor ki

her insan varlığının hayat içinde kapladığı bir alan vardır. bunun madden karşılığı kütlesidir. bir de manen kapladığı bir alan vardır ki buna bir isim bulamadığım için insanın hayat içindeki yoğunluğu diyeceğim. maddi kapladığı alan fizik kurallarına göre ölçülebilir. görelilik kuralı ile enerji ve kütle arasındaki ilişki anlaşılmış bu kütlenin neye dönüşebileceği ve ne kadar dönüşebileceği bile hesaplanır olmuş.
hayat içinde manen kapladığı alanı hesaplayabilmek için ise temel birim olarak sevgiyi alacağım fakat bundan insan sevdiği kadar var, ne kadar çok sevebiliyorsa yoğunluğu o kadar fazladır sonucunu çıkarmayalım. sevgimizin hayatın akışında yarattığı değişiklik kadar yoğunuz hayatın içinde. yani sevgi bir etki ise buna karşı oluşan tepkidir yoğunluğumuz.
nazım usta sormuş ya "sen elmayı seviyorsun diye onun da seni sevmesi şart mı? " diye. tabii ki şart değil, fakat senin sevgin elmada hiç etki yaratmıyorsa veya doludizgin sevdiğin dünya senin farkında bile değilse manen yoksun arkadaş dünya'da. yoğunluğun sıfır. bunun aksini iddia etmek sahte bir romantizmden başka birşey değildir.
nasıl kütlesi sıfır olan bir madde olamaz ise, hayat içinde yoğunluğu olmayan insan da aslında yoktur, yani "hiçkimsedir". bir insanın kütlesinin olması onun yoğunluğu olduğu anlamına gelmez. yani "ben sevince hayatta hiçbirşey değişmiyor ki" insanları, sadece kütleleri olan hiçkimselerdir, ve bu cümle onların en hüzünlü cümleleridir.
yanlış anlaşılmasın hiçkimse olmak kötü birşey değildir, ama yalnız birşeydir. ayrıca bu yalnızlık ve hiçkimselik özünde yaratıcı dugulardır, eğer bu yaratıcılık harekete geçirilirse sevgisiyle veya nefretiyle yine birşeyler yaratmış yani değiştirmiş olacaktır insan. yani bir insanın elmaya olan sevgisi elmayı değiştirmemiş olabilir fakat elma için yaptığı beste diğer birçok sevme biçimini değiştirebilir. bunun insana katacağı yoğunluğu kabul etmek veya etmemek yine insana kalmıştır.